KRİZE
KİTLESEL BİR CEVAP : İŞGAL HAREKETİ
Kumru
Başer
(Mart 2013)
(Mart 2013)
“Beklemekte olduğumuz kurtarıcılar bizleriz. June Jordan” [1]
Noam Chomsky, ABD ekonomisine dayalı çözümlemesinde,
Occupy-İşgal hareketinin, son otuz yıl boyunca emekçi sınıfların geriletildiği sınıf
savaşına verilmiş ilk kitlesel cevap olduğunu söylemişti. [2]
İşgal hareketinin, siyasi sisteme eleştiri boyutunu
öne çıkaran Anthony Barnett[3] ise,
yatay örgütlenme, doğrudan demokrasi ve lidersizlik fikirlerini
“neo-liberalizmin ‘asla müdahele edilmemesi gereken serbest piyasa’ talebine pek uygun bir intikam” diye
tanımlıyor. [4]
2011 ilkbaharından itibaren İspanya üzerinden Kuzey
Amerika’ya doğru yayılan hareketin kapitalizmin mali krizine, sürprizlerle dolu,
güçlü ve anlamlı bir yanıt olduğuna kuşku yok.
Tunus’da, Mısır’daki halk hareketleri gibi kamusal
alanları işgal eden, sosyal medyayı ustaca kullanan ve yatay örgütlenmeyi esas
alan İşgal hareketi, söylemi ve pratiğiyle, mevcut ekonomik düzenin çok küçük
bir azınlığın çıkarına işlediğini, siyasetin de bu azınlığı korumaya hizmet
ettiğini tartıştırmayı başardı.
Ama Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki halk
hareketlerinden ilham almasına, dünyanın dört bir yanında yüzlerce İşgal
kampıyla destek bulmasına, ve küresel bir siyasi alternatif hedeflemesine karşın,
İşgal hareketinin gündemi ve yapılanmasının, fiilen kuzey yarım kürenin
“Batı”sında şekillendiğini, en önemli etkilerini buralarda yarattığını da söylemeliyiz.
İSPANYA:
INDIGNADOS
Adına İşgal denmese bile hareketin kıvılcımını yakan,
2011 yılı ilkbaharında, küresel mali krizin Avrupa’daki zayıf halkalarından
İspanya’daki Indignados (Öfkeliler) ya da diğer adıyla 15M oldu.
Banka ve bankerlerin siyasetteki etkisine, iki
partili sistemin yetersizliğine, yolsuzluklara karşı çıkan, herkesin konut ve
iş sahibi olma, kültür, sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlerden yararlanma
hakkı olmasını talep eden bu hareket, Geleceksiz Gençler (Juventud sin Futuro) ya
da Gerçek Demokrasi, Şimdi (Democracia Real, YA) gibi sosyal ağları ve irili
ufaklı yüzlerce örgütlenmeyi biraraya getiriyor. Fikirlerinden eylem
biçimlerine, 1968 hareketinden, daha yakınlardaki “Arap Baharı”na kadar çeşitli
etkilenimler taşıyor.
15
Mayıs günü işsizlik ve sosyal yardım bütçesindeki
kesintilere tepki gösteren Indignados’un bir çok şehirde düzenlediği mitinglere
polisin sert müdahelesi tepki yarattı. 100 kadar gösterici Madrid’in
merkezindeki Puerta del Sol meydanına giderek orada geceledi. Sayıları ertesi
gün binlere çıktı.
17
Mayıs sabahı polis alanı boşaltınca, twitter, mesaj ve
facebook ağları üzerinden acil eylem çağrısı yapıldı. Puerta del Sol meydanına
o gece 12 bin kişi toplandı. 21 Mayıs’a gelindiğinde İspanya’nın 100’e yakın şehrinin merkezinde onbinlerce kişi kamp
kurmuştu.
KAMPLARIN
BÜYÜSÜ
Kamplar çok etkili bir eylem biçimi oldu. Hem
çoğunluğun canını fena halde yakan konuları tartıştırıyor, diğer yandan ise sistemin
acımasız ve adaletsiz yanlarını teşhir ederken, anlamlı bir dayanışma ve
alternatif bir örgütlenme modeli sunuyorlardı: Doğrudan demokrasi.
Kararlar, kurulan çadır kentlerde oluşturulan
meclis oturumlarında, karşılıklı ikna yoluyla alınıyor, hayatın örgütlenmesi,
katılım ve gönüllülük esasıyla sağlanıyordu.
26
Mayıs’ta Madrid’deki Puerta del Sol’deki işgal kampını 11. gününde
ziyaret eden Anthony Barnett, izlenimlerini şöyle anlatıyordu: [5]
“Sol, Madrid’de alışveriş, kültür ve siyasetin
merkezi. (...)Yaklaştığınızda, etrafı normal turist ve alışveriş kalabalığıyla
çevrili çadır kamp beliriyor.(...) Dışarda, geçici bilgisayarların kurulduğu,
çevresinde hararetli sohbetlerin sürdürüldüğü masalar var. Bir de kitaplık ya
da kreş gibi alanlara açılan dar girişler.
Ortama tam bir iş ciddiyeti ve kararlılık hakim.
“(...) Hem tanıdık hem yabancı. Sanki doğuda bir
pazar ya da çarşıya girmişsiniz gibi.(...) Ama satılık hiç bir şeyin olmadığı
bir yer.(...) Onun yerine kelimeler var. Başkalarını dinliyorsunuz ya da başkaları sizi. (...)
“Daha önce sanırım çokları gibi tembelce bir yaklaşımla,
ikna ve işbirliğinin ancak küçük ölçekte işletilebileceğini varsaymıştım.
Madrid’de bu yöntemlerin en iyi büyük ölçekli toplumlarda işleyebileceğini
hissettim. Olağandışı bir yapılanma, kuruluşu, onarımı, temizliği, beslenmesi,
güvenliği ve her türlü iç işleyiş kuralıyla hayata geçiriliyordu. Gerçek
demokrasinin mümkün olduğunu gösteren kolektif bir hediye gibiydi.”
İspanyol halkı bu “kolektif hediye”yi çok sevdi.
Kamu yayın kuruluşu RTVE’nin verdiği rakamlara göre, Indignados eylemlerine
bilfiil katılan İspanyolların sayısı 7-8 milyon ile nüfusun yüzde yirmisini,
kamuoyu desteği ise yüzde 70’leri buluyordu.
ÖFKELİLERİN
KAZANIMLARI
12
Haziran’da hareket, kendi kararıyla kampları kaldırdı. Ama bu
bir geri adım değildi. 19 Haziran’da
yapılan ülke çapındaki yürüyüşe tam 3 milyon kişi katıldı. Bunu ülkenin farklı
bölgelerinde yapılan büyük yürüyüşler izledi. Kasaba kasaba, kent kent halk
meclisleri toplandı, tartışıldı.
14
Temmuz’da The
Economist, Indignados’la ilgili haberine, “Ne istediklerini bilmiyor
olabilirler ama elde etmeye başladılar bile” diye başlık attı. [6]
Gerçekten de o yaz muhalefetteki Sosyalist
Parti’nin başbakan adayı Alfredo Perez Rubalcaba Indignados’un talepleri
doğrultusunda seçim reformu vadetmiş, parlamento, bilgi edinme hakkına ilişkin
yasayı geçirmiş, bankaların konut kredisi alacakları tahsilatına sınırlama
getirilmişti.
WALL
STREET VE İŞGAL FİKRİ
Indignados, işgal hareketinin kıvılcımını
ateşlediyse, onu gerçekten bir küresel hareket haline dönüştüren, adını ve
tarihe geçecek sloganını kazandıran da, 17
Eylül 2011’de New York’da, Wall Street borsasının bulunduğu dünyanın en
önemli mali merkezinde başlayan işgal oldu.
İşgal fikrini ortaya atan tüketim karşıtı Kanada
merkezli bir yayın kuruluşu ve dergisi olan Adbusters’dı. Ana fikir şirketlerin
demokrasi üzerindeki etkisi, büyüyen gelir dağılımı uçurumları ve krizden
sorumlu olanların tamamen cezasız kalmasının protesto edilmesiydi.
2011
Haziran’ında Adbusters,
abonelerine, “Amerika’nın da kendi Tahrir’ine ihtiyacı var” mesajlı bir
e posta gönderdi. 30 Temmuz’da ise, Tahrir
ile İspanya meydanlarını işgal edenlerin taktiklerini birleştirerek,
Amerika’nın mali Gomore’si diye adlandırdığı Wall Street’in barışçı bir şekilde
işgalini önerdi. [7]
Mısır halkı Tahrir’e akmış ve ısrarla tek bir talep haykırmıştı: “Mübarek
gitsin”. Amerikalılar da aynı şekilde
“Şirketler yönetimi değil, gerçek demokrasi” demeliydi.
Bütçe Kesintilerine Karşı New York’lular, Öfke
Günü, New York Halk Meclisi gibi küçük ama canlı gruplar da harekete
katıldılar. Bunu internet hekçilerinin Ananymous grubunun, takipçilerine
verdiği mesaj izledi: “17 Eylül’de Aşağı
Manhattan’a akıp, çadırlarınızı, mutfaklarınızı, barışçı barikatlarınızı kurun,
Wall Street’i işgal edin.”
Siyaset tarihinin en başarılı sloganlarından biri
olduğu kuşkusuz “Biz yüzde 99’uz” da işgale hazırlık sürecinde ortaya çıktı. [8]
ŞAŞIRTAN
BAŞARI
17
Eylül’de işgal başladığında
önce pek dikkat çekmedi. Medyada kenarda köşede geçiştirildi. Büyüyeceğini pek
kimse düşünmemişti. Ama bir ay sonra her şey değişmişti. Sadece Wall Street’te
değil, 800 ABD kentinde İşgal vardı. Sendikalar da bu rüzgardan etkilenmiş, protestocularla
birlikte New York’taki yürüyüşlere katılıyorlardı.
Hareketin temel talepleri açıktı: Politikanın,
şirketlerin parasından ve etkisinden temizlenmesini, zenginlerle yoksullar
arasında derinleşen uçurumun kapanmasını, işsizliğe anlamlı çözümler
üretilmesini istiyorlardı.
Büyük şirketlerin elindeki medya çok geçmeden çığ
gibi büyümeye başlayan İşgal’i farketti ve “Biz Yüzde 99’uz” pankartları ulusal televizyon kanallarının
ekranlarında, gazetelerin manşetlerinde görünmeye başladı.
GÜNDEMİ
DEĞİŞTİRDİ
İşgal’in birinci ayında, Washinton Post “Wall Street İşgal hareketinin kıvılcımı politik
hayatımıza yeni bir şekil mi verecek?” [9] diye
soruyordu.
Cevabı ise “Evet”ti. İşgal’in, kamuoyundaki
tartışmanın dengesini değiştirmeye başladığını söylüyor, örnek olarak da Kongre’de
işsizlikle mücadelenin masrafını karşılayacak milyoner vergisinin demokratların
geniş desteğiyle kabul edilmesini ve Başkan Obama’nın bile retoriğini
değiştirerek işgalcilere hak verir bir söylem benimsemeye başlamasını
gösteriyordu.
İşgal hareketinin kazandığı başarı yalnızca Başkan
Obama’nın retoriğini değiştirmemiş, aralarında bir çok işadamı, akademisyen, yazar,
politikacı ve sanatçının da bulunduğu ünlü isimleri de mıknatıs gibi kendisine
çekmeye başlamıştı.
15
Ekim’de, İşgal hareketi dünya çapında bir çağrıyla yüzlerce dünya kentine yayıldı, söylemi,
yönteml, örgütlenme ve işleyiş modeliyle uluslararası bir hareket resmen oluştu.
15
Kasım’da, Wall Street işgalinin sürdüğü Zuccotti Park’daki çadırkent polis tarafından zorla boşaltıldı.
LONDRA
VE İŞGAL
15 Ekim Pazar günü, İşgal’in dünyaya yayılması,
mali krizin cezasız kalan hatta ödüllendirilen sorumlularından hesap sorulması
çağrısına uyarak Londra Borsası’nın bulunduğu Paternoster meydanına giden bir
kaç bin kişilik kalabalığın içindeydim. Polis alana girişi engelleyince, yanı
başındaki Saint Paul’s Katedrali önüne yerleşiliverdi
Herşey kendiliğinden ya da tesadüfi oluyor gibi
görünüyorduysa da topluluğun içinde,
muhtemelen Tahrir’in, Puerta del Sol’ün, Wall Street işgalinin tecrübesini
taşıyan çok sayıda İspanyol, Amerikalı ve Arap olduğu farkediliyordu.
Birisi duvara “Tahrir Meydanı” levhasını asmış, ben
de haberime “Tahrir’den
Londra’ya” başlığını atmıştım. [10]
Polisin yer
yer sert müdahelesinin yarattığı gerilime rağmen o gün ilk sokak meclisi toplanmış,
gündemi tartışmaya başlamış, aynı zamanda mutfak, temizlik, güvenlik ve basın
komiteleri oluşmuştu.
Üçüncü gün,
sokak meclisi geçici talepler listesi üzerinde çalışmaya başlamıştı bile.[11]Hareket, “Bankaların krizinin
faturasını ödemeyi reddediyoruz” diyor
ve vergi adaletsizliğine, demokrasinin zenginler ve sermayeden yana işlemesine ve
kemer sıkma önlemlerine karşı çıktığını bildiriyordu.
ÇADIRKENTİN
CAZİBESİ
Üçüncü haftasında, artık üniversitesi, sıcak yemek
servisi, atık dönüştürme ünitesi, piyano-kahve odası, basın, teknoloji, kreş,
ibadet, ilkyardım, meditasyon, masaj çadırları ile, karmaşık bir toplumsal yapı oluşmuştu alanda.
İşgal bir kaç küçük zafer de kazanmıştı. Ama en
önemlisi, haftalardır onlarca kamera ve koca bir gazeteci ordusu işgal kampını
izliyor, tartışmalarını ve ürettikleri alternatif yaşam biçimini gün gün
ekranlara,manşetlere yansıtıyordu. [12]
Sosyal adalet, mali krizin faturası, sosyal devlet
tartışmalarının bir tarafı siyasetçiler ise diğer tarafı daima, liderleri,
sözcüleri olmayan, soğukta yağmurda kampta yatıp kalkmaktan biraz bakımsız ve
buruşuk görünen, ama sokaktaki çoğu insanın kaygılarını net bir şekilde dile
getiren şeyler İşgal militanlarıydı.
Hayatında ilk kez bir protesto eylemine katılan bir
çok İşgal eylemcisi için bir çadırda “demeç verme teknikleri” kursu yapılırken,
bir kenarda, “polis karşısında haklarınız” konulu eğlenceli başka bir eğitim
yapılıyor, polisler konu mankeni muamelesi görüyordu.
DEMOKRASi
LABORATUARI
Kentin göbeğinde işgal edilen yaşam alanlarının,
birer alternatif demokrasi laboratuarına dönüştürülmesi, harekete, kendisinden
önceki hareketlerin başaramadığı türden bir erişim imkanı ve görünürlük de
sağlamıştı.
İkinci haftasında İşgal, hala yayımlanmakta olan Occupied
Times[13]
dergisinin ilk sayısını çıkardı. “Biz yüzde 99’uz. Barışçı, hiyerarşisi olmayan
bir forumuz. Mevcut sistemin anti-demokratik ve adaletsiz olduğunda hemfikiriz.
Alternatiflere ihtiyacımız var. Herkes için daha iyi bir gelecek alternatiflerini
oluşturma sürecine siz de davetlisiniz” diyordu.
Artık İşgal, geceyi kampta geçiren bir kaç yüz
kişiden ibaret değildi. Seminerler, paneller, konuşmalar, tartışmalar, gösterimlere,
sokak meclisi ve komite toplantılarına gün boyu binlerce kişinin katıldığı, bir
fikir üretimi merkezi de olmuştu. Sendikalar, öğrenci birlikleri, göçmen
örgütleri yapılanmalar için de dayanışma gördükleri bir cazibe merkeziydi de.
Londra’nın sokak insanları bile yıllardır ilk kez
bu kadar mutluydular. İşgal bütün güçlüklerine rağmen çoğu bakıma muhtaç bu
insanlara da kucak açmaya karar verdi.
AÇIK
SÖZLÜ BİR İKTİSATÇI
Saint Paul’s ve Britanya’nın farklı kentlerindeki
işgallerin çoğu 2012 Mart ayı geldiğinde polis zoruyla sonlandırılmıştı. Ama
tıpkı Wall Street işgali gibi sistemi sallamıştı.
İşgal hareketinin, gündemin orta yerine oturması,
ve krizi ezilenlerin penceresinden tartıştırmasının, krizi şiddetli kemer sıkma
yöntemiyle atlatmak isteyen Muhafazakar-Liberal Demokrat koalisyon hükümetinin
kararlarını ne şekilde etkilediğini söylemek kolay değil.
Ama İşgal’in sona ermesinden neredeyse bir yıl
sonra, İngiltere Merkez Bankası’nın Mali Politika Komite üyesi iktisatçı Andrew
Haldane , “İşgal, (...) çok basit bir sebeple başarılı oldu: hem etik olarak
hem fikren haklıydılar” dedi. [14]
Haldane, İşgal’in saptamaların gayet haklı olduğunu
ve küresel mali krizin altında gerçekten de
derin ve büyüyen bir eşitsizliğin yattığını söyledi.
Açık sözlü iktisatçı, bu duruma çare olacak yeni
bir mali düzen gerektiğini söylerken, işgalcilere de bir mesaj verdi: “Haklı
isem ve yeni bir sayfa açılacak ise o zaman İşgal de bunda kilit bir rol
oynamış olacak. Argümanları koydunuz. Tartışmanın kazanılmasına yardımcı
oldunuz.”
İŞGALE
NE OLDU?
Gelinen noktada, işgal hareketinin, 2011
sonbaharında yarattığı büyük sarsıntıdan sonra sönümlenmesine, çok fazla ses
çıkarmayan küçük grupçukların faaliyetleri ile sınırlı kalmasına, farklı
yorumlar getirmek mümkün.
İyimserler, İşgal hareketinin sevdiği bir slogan
olan “Bir fikri yok edemezsiniz”i hatırlatıyor, İşgal’in, daha donanımlı olarak
bir sonraki küresel muhalefet hareketinin zeminini oluşturacağını söylüyor.
Aslında hareketin, kendisinden önceki çeşitli deneyimlerin
üzerinde nasıl yükseldiğine şöyle bir bakınca, bunun çok da uzak bir ihtimal
olmadığını düşünmek mümkün.
İşgal hareketinin çekirdeğinin bugün, kampanya
grupları, e posta listeleri, tartışma grupları, dijital yayınlar ve zaman zaman
toplanan sokak meclisleri olarak bağlantılarını sürdürüyor oluşu da bunun bir işareti sayılabilir.
Occupied Times dergisinin son sayısında, [15] Noam
Chomsky de iyimser yorumlar yapıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde İşgal ile
yatay ve kolektif yaşam biçimlerinin yaygınlaştığını, bunun, hareketin uzun
vadeli mirası olduğunu yazıyor.
Anthony Barnett, siyaset işgal etmeyi başaran hareketin kalıcı
olabilmesinin ekonomiyi de işgal etmesine bağlı olduğunu söylüyor. “Yüzde 99 un
çıkarlarının yüzde birin çıkarlarından fazla koruyan ekonomik yapılar olmak
zorunda” diyor. [16]
SOMUT TALEPLER TARTIŞMASI
ABD’li gazeteci, yazar
Thomas Frank ise kötümserlerden.
“İşgal bir çok şeyi
doğru yaptı. Harika bir sloganı mükemmel bir düşmanı vardı. Kamuoyunun hayal
gücünü ateşlemeyi başardı. Demokratik bir hareket kültürü oluşturdu. Örgütlü
işçi hareketlerine elini uzattı. Dayanışmaya önem verdi. Ama hiç bir şey kalmadı
geriye. Barack Obama hala Beyaz Saray’da, Paul Ryan hala Temcilciler Meclisi
Başkanı, Michigan gibi yerlerde işçilere karşı savaş sürüyor, Wall Street hala
dünyayı yönetiyor. Eski düzen yerli yerinde” diyor. [17]
Frank’a göre bunun
sebeplerinden biri “İşgal’in bütün varoluşunun, kamusal alanlarda topluluklar
inşa edip, insanlığa lidersiz örgütlenmelerinin asaleti konusunda ilham vermek
olan bir hareket gibi gösterilmesi” oldu.
Frank, işgalin bunun ötesine gidemediğini, bir
greve, bir üniversite ya da iş bulma kurumunun işgaline varamadığını söylüyor.
Hareketin daha somut talepler çıkarmamış olmasının da taktik bir hata olduğunu,
bu yüzden bir üst aşamaya geçilemediğini düşünüyor.
İşgal hareketinin, somut talepler konusunda geri
durduğu, içerden de sık sık dile
getirilen bir eleştiriydi. Ama hareketin asıl mesajının, yarattığı “süreç”
olduğu fikri daha ağır bastı.
Uluslararası İşgal Meclisi imzasıyla, 12 Mayıs
2012’de yayımlanan “Daha iyi bir dünya mümkün” manifestosunun[18],
İşgal’in başka bir grubu tarafından reddedilmesi de, hareketin içindeki bu
gerilimle açıklanabilir. [19]
İşgal hareketinin destekçilerinden Slavoj Zizek de
bu tartışmanın biir tarafıydı. New York’daki Wall Street işgalinin ikinci
ayında, eylemcileri acele etmemeye çağırıyordu. [20]
Zizek’e göre, somut taleplerle eylem yapılabilirdi ama
hareketin kendisini taleplerle sınırlamaması ve düşmanın belirlediği alanlara
sıkıştırmaması gerekiyordu. Düşünür, bu görüşünü şu satırlarla ifade etmişti:
“Bu aşamada protestonun enerjisinin hızla bir dizi
somut, sonuç getirici talebe dönüşmesine direnmek gerekir. (...) Söylediğimiz her
sözü bizden geri alabilirler–sessizliğimiz hariç. Bu sessizlik, bu diyaloğu
reddediş, eklemlenmenin her türüne karşı duruş, bizim “terörümüz”dür. Ürkütücü
ve tehditkar. Tam da olması gerektiği gibi.”
[1]
June Jordan, Amerikalı siyah feminist şair.
[2]
Noam Chomsky, Occupy, Penguin 2012
[3] Open Democracy (Açık Demokrasi) Vakfı
kurucularından.
[8] Monthly Review dergisi
editörlerinden Michael D. Yates, bu
sloganın, mali kriz ile gözlerindeki perde aralanan halklar üzerindeki etkisi
bakımından, Fransız devriminin “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik”, Mao Tse Tung’un
“Toprak Sürenindir” ya da Emiliano Zapata’nın “Toprak ve Özgürlük”ü ile
karşılaştırılabilecek kadar zamana uygun, anlamlı ve etkili olduğunu düşünüyor.
http://www.counterpunch.org/2013/02/27/occupy-wall-street-and-the-significance-of-political-slogans/print
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder